anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Özel okul mu ? Devlet okulu mu ?

Son bir haftadır algıda seçicilikten midir yoksa özel okul reklamlarının artık bir peçete üzerinde, tuvalette ve daha aklıma gelmeyen ama gündelik yaşam içerisinde ordan burdan pıt diye karşıma çıkmasından mıdır nedir yoksa Rüzgar’ın yaklaşan ilkokul stresinden midir bilemiyorum gözüme gözüme giren reklamlar beni tedirgin etmeye başladı. Ve bende araştırmaya başladım…

Henüz herhangi bir okula gidip bire bir görüşme sağlamadım. Öncelikle internet üzerinden okulun kadrosu, tarihi ve tabii ki fiyat bilgileri, güzergah gibi detaylarını inceledim.
Fiyatlar ortalama üç aşağı beş yukarı bir çoğunda aynı seviyelerde seyrediyor. Bunlara örnek olarak;

Doğa, Anabilim, Atacan, gibi okullar ortalama 20.000 – 25.000 TL aralığında okul fiyatlarına sahipler (İlkokul için)

Bilfen, TED, Koç Lisesi, Küçük Prens İlkokulu, Eyüpoğlu, Işık Lisesi, Şişli Terakki gibi biraz daha kalbur üstü olara tanımladığım okullar olup, bu okulların fiyatları da KDVleri ve yemekleri de göz önünde bulundurulacak olur ise en iyi ihtimalle 30.000 – 40.000+ TL aralığında oluyor.

Bu durumda söylenen çok ve düşünülmesi gereken çok şey olduğu söyleniyor, kimisi eğer çocuğunuzu özel okula verecek iseniz, çocuğun yatkınlıklarını iyi tanımamız gerektiğini söylüyor. Buna gore mesela çocuk idealist bir yapıya sahipse Bilfen’e verilebilir ya da daha çok spor ile ilgileniyor ise daha aktivitesi bol bir okula verilmesi yönünde açıklamalarla kaşılaşabiliyorum.

Bunun dışında okulu seçerken sadece çocuğunuz iyi bir eğitim almasını, bol aktivitelerin olması yanında, aslında bir de sosyal çevre edindiğimizi söylüyor. Gerçekten de öyle! Bugüne kadar bu kısmını aklıma getirmemiştim, belki daha okul seçimine o zamanlar daha erken olmasından ya da aklıma getirmek istemediğimden bilemiyorum. Ben belki o okulun parasını zar zor çıkarırken, diger taraftan mali olarak bizden daha üst seviyede olan aileler de olacak elbet bu gibi okullarda. Böyle durumlarda yaşanabilecek olası durumlar;

Örneğin; Çocuğum TED Kolejine gidiyor diyelim. Ve sınıf arkadaşının doğum günü partisine davetliyiz. Ancak bu arkadaş Acarkentte oturuyor kocaman salonları bahçelerinde havuzları olan bir evde ve parti öylesine büyük bir parti ki, pastalar, kekler bile ünlü catering firmalarından gelmiş. Doğum günü pastası desen düğün pastası gibi, bunlarla da yetinilmemiş ortada bir sürü palyaço ablalar abiler var, bir aktivite bitiyor, bir diğeri başlıyor. Sıra hediyelerin açılmasına geliyor. O da nesi ? Burberry’den alınan mont mudur o ? Hani 800 TL olan ? ... gibi gibi bu hikaye daha çok uzatılır. Konu tamamen benim hayal ürünüm olup ancak gayet olası bir örnektir diye düşünüyorum.
Şimdi bir de bu doğum gününü bizim evde düşünelim. Tamam tabii ki bu okula verebiliyorsak çocuğu biz de belli bir gelir seviyesi düzeyindeyiz ancak asla bu kadar üst seviyeye yaklaşabilecek güçte değiliz.  Dedim ya yazının başında da amaç sadece “Çocuğumun iyi bir eğitim alması”… Benim için o doğum günü partisinin ya da alınan hediyelerin, evin değerinin bir önemi yok gözümde ancak çocuklar bu konuda aynı olgunlukta değiller tabii ki adı üzerinde çocuk bunlar … sormazlar mı birbirlerine sizin ev neden böyle küçük?, ya da bizim evimizdeki bahçe daha büyük vs, vs bu gibi konuşmalarla o çocuğun prikolojisi etkilenmez mi ? Etkilenir tabii ki … Yani olay sadece okula para vermekle bitmiyor.

Okula para verilince alınan eğitim iyi mi oluyor peki?
Bu konuda da bir çok anne yazmış çizmiş saolsunlar yaşadıklarını paylaşmışlar. Kimisi özeli tercih etmiş yine ancak aslında bakmışlar ki para veriyoruz ama aslında alınan eğitimde bazı şekil farklılıklarının dışında bir fark yok ve işin kötüsü memnuniyetsizlik özel okullarda da devam edebiliyor. Yani para veriyorum herşey dört dörtlük olacak karşılıklı herkes birbirinden memnun olacak diye bir şey yok.
Bu kadar çok olası senaryoları okuyup, görünce benim de çok kafam karıştı. Açıkçası Türkiye’nin şuandaki durumunda devlet okuluna verme taraftarı değildim. Ancak özellerde de çok parlak bir durum olmadığını gördüm. Kafam iyice karıştı.

Geçenlerde Blogcuanne’nin paylaştığı bir yazısı bu arayışıma hızır gibi yetişerek konuya biraz daha farklı bir noktadan bakmamı sağladı diyebilirim. Yazının tamamına ekli linkten ulaşabilirsiniz(http://blogcuanne.com/2015/03/09/devlet-okulundan-memnun-muyum/ ).
Ve biraz da bana eskileri, kendi küçüklüğümü hatırlattı. Annelerimiz ne yapardı bizim zamanımızda böyle fellik fellik gezip okulları mı araştırır mıydı diye anneme sordum. Aslında hiç de öyle o kadar araştırma yapılmadan eve en yakın devlet okuluna kayıt yaptırılırdı biterdi. Çok çok o dönemde tanınan bilinen bir öğretmen var ise, şu öğretmenin sınıfına kaydının yapılması istenebilirdi belki. Evet o zamanlar öğretmenler vardı değil mi? Öyle koca koca kampüsler, yok şöyle at biniyoruz, okçuluk takımımız var gibi ilkokul için biraz da uç aktivitelerin yapıldığı, binasına gore seçimler yaptığımız okullar değil de öğretmenlerine gore seçim yapılan okullar, hatta o da okul değil, o okul içerisinde sınıflar vardı. Ya da işte benim gibi şansa girerdin evinin yakınındaki okula, güle oynaya okula giderdin. Ki şansıma da pamuk gibi bir ilkokul öğretmenimiz vardı Celal Öğretmenim…

Şimdi başta “İyi eğitim” demiştik değil mi? Facebook, Instagram gibi sosyal medyalar sağolsun hepimizin listesinde ilkokul arkadaşları da vardır. Ben ilkokulun tamamını bazı nedenlerden dolayı aynı okulda bitirememiş olsam da aynı ilkokuldan mezun olan arkadaşlarıma baktığımda hepsi gayet iyi yerlerde… Kimi mimar, kimi hemşire, kimisi hostes, kimisi kendi işini kurmuş vs vs…

Ancak bizim zamanımızla, şuan arasında dağlar kadar fark var dediğinizi duyar gibi oldum … Evet malesef değil. İşte bu yüzden benim de kafa karışıklığım… Ama çocuk devlet okuluna dahi gitse hani biraz da kafa yapısı olarak uyuşacağınızı düşündüğünüz insanlar var ise muhitinizde, (Bu yönden Kadıköy sınırlarında olmanın faydası olduğunu düşünüyorum kendi adıma açıkçası) çocuğunuzla aynı sınıfta olacak olan öğrencilerin velileri de sizin gibi ise, devlet okulundaki eksiklikleri farklı kurs ya da evde halledebilirmişiz gibi geliyor bana.  Hele bir de bir kaç veli ve sınıf öğretmeni ile frekanslarınız tutar ise beraberce yapılmayacak şey olmayacaktır. Aktivite ise aktivite ders materyali ise, ders materyali…

Tabii bu durumda bir de eğitim sisteminde yapılan değişiklikler düşündürüyor değil. Amaclarımdan biri de çocuğu aynı okuldan mezun etmek, kendimden biliyuorum ki devamlı okul değiştirmek hem psikolojik olarak yoruyor o yaşlarda hem de öğretmenlere alışma konusunda sıkıntı olabiliyor (ders işleme teknikleri farklı olabiliyor) Yani özele başladı ise, özelde devam etmeli hani durumum yok deyip 2. Sene okuldan alacaksam hiçbir anlamı kalmıyor özele vermenin. Böyle şeylerle de karşılaşıyoruz çünkü. Bu durum devlet okulu içinde okul değiştirmeye de benzemiyor çünkü malesef…

Bizim önümüzde bir sene daha var ancak ne kadar erkenden araştırma yaparsam o kadar iyi olacağını düşündüm. Hala tam olarak kafamda şekillenmiş bir şey yok. Kesin olarak devlete veririm ya da özele veririm diyemiyorum. Hoş özele verirsem de işin mali kısmı da canımı sıkmıyor değil…

Devlet okulları ile ilgili ayrıca birebir bir araştırma yapmayı planlıyorum. Vermeyi düşündüğüm okul önünde velilerle konuşarak mesela. Okuldan memnun musunuz? Öğretmeninizden memnun musunuz gibi gibi… Tabii ki okul müdürleri ile görüşmeler yapacağım ancak velilerden de bilgi almanın büyük bir artı sağlayacağını düşünüyorum.  Ve eğer oğlumu devlet okuluna vereceksem o okulun yakınlarında ev tutarak bu soruna çözüm getirmeyi planlıyorum. Hem yürüyerek okula gidebilecek hem de servis trafiği olmayacak çocuğun diye düşünüyorum.

Tabii zaman neler gösterir önümüzdeki sene içerisinde neler değişir neler olur bilemediğimiz / tahmin edemediğimiz bir ülkede yaşadığımız için yaşayarak göreceğiz…



Bir karar verdim, uygulamaya gectim :)

Bazen bir kadar verirsin ve bütün hayatın değişir, iste benim hayatım da boyle değişecek sanırım. Değişecek diyorum cunku bu köklü degisiklige henuz 2 gun var (ihbar suremin dolup, istifa etmeme) ... 
Bu kararı almak; ne kadar rahat yaşıyor olursan ol, yani hadi diyelim cok kolay alabileceğin bir karar olsun diyelim...  O kadar da kolay olmadıgını yaşayarak görüyorsun ... Herkes arkanda destek dahi olsa, icinde bir yerlerde artık mahalle baskısı mı dersin, yoksa sosyal statünün ağır basması mı dersin bilmiyorum. Her acıdan düşündüm. 
Mahalle baskısı mı, evet etkilemiyor mu, etkiliyor tabii ki... Hadi eşin sana destek ancak annen ve baban senelerce sana emek vermis, okumussun o kadar nasıl isi bırakırsın sorusu ile karsi karşıyasın! Tabii ki onların tek korkuları kendi ayakların uzerinde ilerlerken bir anda tepetaklak olmandan korkmaları ya da bu kadar bosuna mı okudun evinde oturmak icin gibi kaygılardandir üzerine gelmeleri ("hayır ben boyle karar aldım kimse de üzerime gelmedi" de diyebilirsin, doğrudur ki bende de üzerime gelen olmadı ama adım gibi eminim ki bu tarz düşünceler mutlaka ki her anne babanın hatta varsa yakın cevrendeki teyzenin, halanın, karsi komşun ayse teyzenin aklından geçmiştir ! ) ... 
Diger yandan sosyal statü olarak baktığımızda bu sefer arkadas cevren ağır basıyor, genellikle calisan, aksam is çıkışı buluştuğun(!), takıldığın arkadaşlarımla acaba ortak bir noktada sohbet edebilecek miyim, isi bıraktım diye benimle olan iliskilerinde bir degisiklik olabilir mı gibi gibi sorular da dönmeye basliyor kafanda ... Ya da "ya arkadas benim maaşım aysonu yatıyor, sekmiyor, valla kurumum salosun özel saglık sigortam var tırnağım kırılsa doktora gidiyorum, oyle de rahatım yani" diyebilir , "isin zorlukları cok, burdan çıksam baska yerde is bulsam nasılsa sektör aynı, is ortamı aynı, kimse gul bahçesi vaad etmiyor. Az biraz sıkayım dişimi buradan emekli olayım, bolum değiştireyim vs vs" gibi durumlar soz konusu oluyor. Ama ne zaman ki aklına maddiyatin yanında aslında cok kucuk parçalarmis gibi duran maneviyat oyle bir ağır basıyor ki... Iste o an terazinin dengesi şaşıyor ... Ağırlık merkezi değişiyor ... 
Iste boyle bir anda (benim icin yaklaşık 1-1,5 senesi değerlendirme, düşünme ve karar verme sürecinden ibaret, son 6. Ayında da aldığım karardır...) 
Neden boyle bir karar aldım ? Cunku artık ne aile hayatım vardı aslında çalışıyor gözüküyor olsam da bir is hayatım ... Hayatım sadece ekrana takılı kalınmışlik, devamlı aynı şeyleri tekerrür eden işlemler, kişilerdi... Hatta onlar da kişiler degildi sanki robot olmuştuk ... Belli bir hızda ve sayıda aynı isi yapan ancak yinede ortamda bitmeyen bir is sirkulasyonunun oldugu bir kaos içindeydik... Ne eve gidebiliyorduk ne de iste kalsak verimli olabiliyorduk ... Haydi herkesi zan altında bırakmayayım, "olabiliyordum" diyeyim cümlenin sonuna . Bu durumda kafanda devamlı neden, niçinler donup duruyor... Iste o nedenlerden biri oğlum oldu.. Düşündüm de ... Ne yürüdüğünü gordum (telefonla annemden haber aldım), ne ilk cisini tuvalete yaparken yanında oldum... )yani yukarıda dediğim maneviyat budur iste ... Tabii ki bu durumda allah annemden razı olsun, hakkını ödeyemem cok destek oldu, çırpındı, didindi... Onun yeri apayrı ancak anne olarak bunlari yaşayabilmek benimde hakkım degil mıdır? Eskilere baktığımızda cogu anne çalışmıyor(!) cocuk, is isleri ile uğraşarak bizleri bugünlere getirmişler. Benim annem hariç :) ancak o bile ben ilkokula başlayana dek çalışmamış evde benimleymis, çalısmaya başladığı dönemlerde ise hatırlıyorum sadece her sene eylul aylarında olan tatillerinden baska, kırk yılda bir is yerinin aksam yemeklerine giden ama aksam 19:00 dedin mı evde olduğunu bildigim annemdi... Ancak şu donemde teknoloji gelişti diyoruz ya hani ... Gelişmese iyiymis yani hadi gelişsin de, bu kadar da gelişmeseymiş olurmuş ... Iste bu noktadan sonra ne aile hayatımız kalıyor ne de işle olan dengelerimiz... Teknoloji gelişkin ya evden bağlanıp isini halledebilirsin. Teknoloji gelişti ya rekabet var ya haftasonları da çalısmamız gerekiyor, hani fark yaratılsın sen tercih ediliyor ol kavramı var ya o kavram iste bizleri mahveden... Bitmeyen mesailer, bitmeyen ev isleri, görüşülmeyen çocuk, eş, aile ... Ne o ama her ay para giriyor ya cebe ;) 
Sonra sonra bakıyorsun ki aslında calışma hayatın sadece haftasonları icin çalışmaktan ibaret olmus ... Pazartesi sendromu, cuma heyecanı, Cumartesi neşesi, pazar rahatlığı gibi gibi kavramlar geliştirmişsin kendine ... Ve kazandığın paranin buyuk bir kısmını da aslında bu haftasonlarında harcayarak geçirmeye başlamışsın ... Dönüp baktığında ongun hiçbirşey yapmamış, harcamamış olduğunu düşünmen ancak aslında kazandığın aylık maaşın ortalama %10unu harcamışsın... E, 4 haftasonundan topladığımızda bayagi saglam bir rakam çıkabilir bu hesaptan... 
Şimdi bende diyorum ki , daha az harcarım, harcayacaklarımi onceliklendirirm... Ve boylelikle ailem ve arkadaşlarımla daha verimli saatler geçirebilir daha mutlu olurum. Hepsi bu :)

Belki iste kalsaydım değişecek çok sey olacaktı belki ...Ancak, ben ailemi tercih ettim ... Suanda sanki üzerimde bir boşluk oluşmuş gibi olsa da eminim ki sabah uyandığımda Ruzgari evde gormek benim icin o boşluğu doldurmaktan öteye geçecek, tek emin oldugum bu.... Haydi hayırlısı :)

365 Gün önce bir Rüzgar esti hayatımıza...

Nasıl anlatsam ? Nerden başlasam bilemedim... Bundan tam bir sene önce geldin dünyaya... Şimdi o günü hatırlamaya çalışıyorum da, bir yandan hemen geçmiş gibi, bir yandan da sanki üzerinden çok uzun zaman geçmiş geliyor, enteresan..


20 Ocak 2011 Sabah saat 05:00 civarında kalkmıştık, hoş çok da uyuyabildiğim söylenemez o saate kadar ya neyse. 06:30 gibi hastaneye varmıştık (doğum çeşitli nedenlerden dolayı sezeryan olmak durumunda kaldığından biraz saati planlı idi).

Hastaneye vardığımızda enteresan duygular vardı içimde, şimdi hatırladığım ellerimin buz gibi olduğu, çok heyecanlı, bir yandan merak içinde olduğum ve bir yandan da korktuğum açık ve netti. Kan göremeyen ben, sezeryan olacaktım, keseceklerdi beni diye korkuyordum :D O anda beni ayakta tutan ailemin, eşimin desteğini devamlı hissediyor olmamdı ve tabii ki hastane personelinin gayet güler yüzlü ve anlayışlı olmalarıydı bana karşı. 

Tüm hazırlıklarım yapıldı. Bu sırada odamız süslenmeye başladı o an birazcık olsun kafamın dağılmasını sağladı. Tam bu sırada hasta bakıcı elinde giyeceğim önlükle gelip, içeridekileri dışarı alıncaya dek. Beni yeniden korku ama bi yandan hadi bir an önce olsun bitsin de sen neye benziyorsun soruları kafamdan silinsin istiyordum. Giyindim, lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım ki oda da beni sedye bekliyordu ! Aman allahım !!!
 
Ve işte çıkıyorduk yola... O andaki duygularım çok çok karışık, dile bile getiremiyorum. aynı anda milyon tane şey geçiyordu aklımdan, evdeyken de düşündüğüm tek an zaten hastane odasından amelyathaneye gidene kadar ki zaman benim için zor olacak diyordum. Oldu da... Ama ne zaman ki amelyathaneye girdim bir anda bütün kimyam değişti resmen. Yüzüm gülüyordu. Çünkü öyle bir ekip vardı ki amelyathane değil de sanki stand up programına gelmiştim. Tüm ekip öyle neşeli, öyle güler yüzlüydüler ki içim rahatlamıştı... Anestezi uzmanı yanıma gelip "Şimdi seni 1 saat uyutucam, bu uykuyu sonra arayacaksın. O yüzden kıymetini bil :) " dedi. Bebek hemşiresi yanıma gelip elini alnıma koydu "haydi bakalım biraz uyuyalım şimdi" dedi ve bende geri yok, film koptu...

07:30 itibari ile ben uyuduğumda 07:40'ta 50 cm boyunda, 3.204 kg'lık yepyeni bir hayat başladı. Doktorumun anlattığına göre bayağı gür bir sesle hem de ! :)  http://www.sifabebekleri.com/thebaby/{21672A22-D444-4D60-964B-EE813D4DAAD8} işte bu linkten ilk halinin resmini görebilirsiniz :)

Kendime geldiğimde yine doktorumun söylediğine göre, sanırım bir milyon kere sağlıklı olup olmadığını ve boyunun kaç cm ve kilonun ne olduğunu sormuşum. Odaya geldiğimde ise, bebek hemşireleri ile beraber Rüzgar'cık girdi kapıdan... Hani derler ya o anda şimşekler çakar, ahh anneyim ben, aşık oldum bebeğime durumu olur falan diye... Böyle durum yaşamadım başta, hatta çok da üzüldüm hani öyle bir anda bi duygu gelecekti neden gelmedi dedim kendime... Ama seni kucağıma verdiklerinde gözlerini açıp gülümsedin bana, resmen gülümsedin :) ! O an dedim tamam işte budur iyi ki doğurmuşum seni dedim :) Başladık emzirme çalışmalarına şansıma doğumun sezeryan olmasına rağmen süt gelmemesi sorunumuz olmadı. Sadece biraz minik olduğundan memeyi kavrama sorunları yaşadık o da zamanla geçti gitti..

İki gün sonunda hastaneden çıktık, eve geldik, evine geldin... İşte o andan itibaren uykusuz, gazlı, bol kakalı günler, geceler başladı. Şimdi düşünce işte bugünleri gerçekten pek de hatırlamıyorum aslında ve gülümseyerek anıyorum. O dönemde  kadar miniktin ki, bazen diyorum ki o boylarında olsa keşke diye, şimdi 11 kiloluk tosuncuk oldun :) 
Derken, günler, geceler, aylar geçti... Gerçekten de geçti gitti, aklımda ufak ufak kareler kaldı, allahtan 12727636364 adet resmin var doğduğun günden bugüne ki hatırlıyorum birçok günü onlar sayesinde. 

Ve geldin hayatının 365. gününe, 52. haftana, 12. ayına, 1 yaşına ! İyi ki doğmuşsun iyi ki doğurmuşum seni. Bu bir senede bizi çok mutlu ettin, senle beraber yeniden çocuk olduk, oyunlar oynadık, şarkılar söyledik, cee - eee'ler yaptık, dil çıkardık. Senle beraber küçüldük, şimdi senle beraber büyümeye devam etme zamanı ! Ben, baban, anneannen, babaannen, dedelerin, dayın, halan, kuzenin seni çok ama çok seviyorlar bunu sakın unutma... Nice sağlıklı, mutlu, huzurlu, başarılı yıllarımızın hepberaber ve coşkulu geçmesi dileğiyle....

Al al nereye kadar !

Şuanda düşünüyorum da, anne olacağımı öğrendiğim andan itibaren gereksiz yere aldığım birçok şey varmış… Herşeyin en iyisini yapmaya çalışırken aslında her şeyi gereksiz yere eve toplamışız farkına ancak kuzunun 12. Ayında varıyorum. Komik değil mi? Zararın neresinden dönülürse kardır diyerek, yeni annelere ya da anne adaylarına sesleniyorum. Ben ettim sizler etmeyin :)

En başta minnacıcık bebeklere öyle kokoş mağazalardan kot pantolon kazak almayacakmışsın…. Çünkü o kadar küçükler ki hem o elbiselerin içinde rahat edemiyorlar hem de giyecekleri sadece 2 dakika. Bu durumda, yani 0-3 ay arasında en çok kullandıklarım çıtçıtlı tulumlar oldu, bu dönemde çok hareketli olmadıklarından altlarını ve kıyafetlerini değiştirmek kolay olduğundan çok kullanışlı ürünler olduğuna kanaat getirdim.
3-6 ay arasında ise yine kot, gömlek, elbise vs… gereksiz olarak düşünüyorum (tabii ki çok cici oluyorlar bu kıyafetler içinde ama çok da rahat olabildiklerini düşünmüyorum). Tek değişiklik bu dönemde biraz daha hareketli olduklarından alt üst şeklinde pijamalar, eşofmanlar çok kullanışlı oluyor. Hem rahat hem de alt değiştirme işi biraz daha zor olduğundan sadece eşofman / pijama altını çıkartarak bu işi bitirmek kısmen daha kolay oluyor diye düşünüyorum.

6-12 ay arasında ise, artık kotları, gömlekleri daha uzun süre giyebiliyorlar, hem üzerlerinde daha bir belirgin olmaya başlıyor bu kıyafetler ama uzun süre dediğim maksimum iki öğün arası tabii ki 2 bilemedin 3 saat :) yemek döküldü mü gene aynı…
Bu dönemde kesinlikle kullanılmasını tavsiye etmeyeceğim şey yenidoğan döneminde kullanılan çıtçıtlı ayaklı tulumlar, o kadar hareketli oluyor ve elinizin altından sabun gibi kayıyorlar ki, giydirmesi tam bir kabus olabiliyor. Hatta yaz ayı ise bence çıplak bırakın bitti, bizde en azından bu denli hareketli çünkü…

Gereksiz yere alınan bir sürü biberonun alınması da cabası… yenidoğan döneminde devamlı yanında iseniz emziriyorsanız ne olur ne olmaz diye belki 1 ya da 2 tane kenarda tutulabilir. Ama biberonla beslenmeye başladığında bu bir iki tane biberon sayısı altı yediye çıkmamalı, gereksiz kalabalık…

Bebek arabası; aldığım bebek arabasından çok memnunum aslında, hakkıyla kullandım her parçasını diyebilirim. Ama kuzuyu tek başıma dışarı çıkaracağım zaman 10 kg’lik bir bebek arabası + bebek aynı anda taşınması zor bir işmiş. Olur da bir daha anne olursam kesinlikle daha hafif bir araba bakacağım. Ayrıca katlandığında arabanın bagajını tamamen kaplayan bir bebek arabası yerine bagajda az da olsa açık alan bırakacak bir bebek arabası kesinlikle daha kullanışlı olacaktır.

Mama sandalyesi; mutlaka ve mutlaka kolay silinebilir ve hafif bir ürün olması şart bence. O kadar çok kirlenebiliyor ki isteseniz, bilerek yemek dökseniz o kadar kirlenmez heralde… Minik canavarlar nasıl beceriyorsa artık :) Hafif olmasının nedeni de devamlı ordan oraya taşıyor olmanız. Bazı modeller çok büyük ve ağır oluyor bu da pratiklikten, kullanılabilirlikten uzak oluyor maalesef.
Bir de dikkat ettiğim şey kimi mama sandalyelerinin tepsi kısmı daha alçakta kalıyor, bebeğinizin beli hizasında gibi, kimisi ise daha yüksekte kalıyor bebeğinizin göğüs hizası gibi olanlar. Burada göğüs hizasında olan tepsileri olan mama sandalyeleri daha kullanışlı geldi bana. Çünkü böylelikle kuzular sandalyeleri üzerinden çok fazla sarkamıyorlar, daha emniyetli, rahat gibi geldi bana.

Oyuncaklar, bu konu aslında biraz daha uzmanların yanıtlaması gereken bir konu olup, çok fazla yorumda bulunmayacağım ama kendi gördüklerimden yola çıkacak olursak; 0-6 aylık dönemde ses çıkaran, yumuşak, ağza sokulabilecek, diş kaşıyıcı olarak kullanılabilecek oyuncaklar tercih edilebilir diye düşünüyorum. Bizim kuzunun ses çıkaran yumuşak, kenarları da diş kaşıyıcısı olan şekilde bir küpü vardı. Bayılırdı bu oyuncağa. Fakat 6. Aydan sonra üzerinde her 6+ yazan oyuncağı almamak gerekiyormuş. Çünkü bu dönemde kuzuların en güzel oyuncakları bizleriz gördüğüm kadarıyla, saçımızı çekmekten, burnumuza, ağzımıza parmaklarını sokmaktan hoşlanıyorlar. Hatta en favori oyuncakları birkaç arkadaşımın çocuğunda da gördüğüm üzere, TV kumandası açık ara farkla önde gidiyor. Kumandadan ne zevk aldıklarını hala anlayabilmiş değilim:)
Kısacası 6. Ayından sonra almış olduğum oyuncakların hiçbirine tencere tavalara, TV Kumandalarına gösterdiği ilgiyi göstermiyor. Bu yüzden bende artık bir süre oyuncak almayı planlamıyorum kendisine.

Aldıklarım arasında boşa para harcamadığım şey diyeceğim, emzikleri sanırım… Çünkü özellikle 6-12 ay arası dönemde ordan oraya fırlatmaktan evin içinde kaybolan bir sürü emziğimiz oluyor. Bu gibi durumlarda dolapta mutlaka açılmamış kutusunda emzik bulundurmak şart (emzik alışkanlığı var ise tabii ki)! Temizlik zamanında zaten kaybolan emziklerin bir kısmı dolap, yatak altlarından çıkıyor :)

He bir de iyi ki almışım diyeceğim ürünlerden biri de park yatak ! Park yatağı aslında geç kaldık, kuzu 7 aylık falandı sanırım aldığımızda, salonda emeklerken devamlı TV ünitesinin üzerine çıkmaya çalışmasından dolayı almıştık. He bir de salonda yalnız kaldığında bir yerine zarar vermesin, nerde olduğu belli olsun diye aldık. Gerçekten çok yararını gördüm diyebilirim. Hem kısa süre de olsa kendi kendine oynuyor vakit geçiriyor bu süre içerisinde evin başka bir bölümünde işiniz varsa gönül rahatlığı ile işinizi yapabiliyorsunuz.

Bu kadar yazıp da aldıklarım arasında gurur duyabildiğim şeylerin sadece emzik ve park yatak olması da ayrı bir komik :)

Siz ne dersiniz? Sizce neler alınmalı ya da alınmamalı? Yorumlarınız bana da yol gösterecektir mutlaka kaçırdıklarım olmuştur bunların dışında….

Gönüllü Esaretlik...

Çocuk sahibi olmadan önce anne nedir diye sorsalar diyeceğim; karşılıksız, sonsuz sevgi ve sabır olurdu. Anne olduktan sonra ise bu tanıma "gönüllü esaret hayatı" tanımını eklemek istiyorum...

Esaret çünkü; bebeğinizin yanından bir dakika bile ayrılmak istemiyorsunuz, devamlı endişe halindesiniz, iyi bir anne olabilecek miyim, sütüm yeterli olacak mı, doydu mu, aç mı, üşüyor mu, bı hırka mı giydirsem mi, burnu tıkalım mı, rahat nefes alıyor mu, aman hasta olmasın, ateşi var mı gibi.... Liste uzar gider . İşin acı tarafı bu esaretin bir süre sonra azalacağını sanmanız (ben sandım ordan biliyorum)... Bebeğiniz ayaklanmaya başladığı andan itibaren yeni yeni korkular ediniyorsunuz. Aman masanın altına girmesin, TV ünitesinin üzerine çıkmasın, koltukta zıplamasın ki bunlar daha iyi günlermiş, büyükler öyle diyor :) Ben ki panik olma konusunda uzman biri olarak bu kadar korkuyu, endişeyi bünyem ne kadar kaldırabilecek merakla bekliyorum. Bunun daha 2 yaş sendromu var, kreşi, anaokulu var, parkta oynaması, arkadaş edinmesi var.... var da var....

Tüm paniklemelere, endişelenmelerin dışında bu gönüllü esaretlik, annelik her yönüyle hayata bambaşka bir pencereden bakmayı öğretiyor. Kendi açımdan; aşırı bir sorumluluk duygusu ve bu sorumlulukların getirdiği endişeler oldu. Doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum ? Diğer anneler neler yapıyor bu konuda ? gibi gibi sorular dolanıp duruyor aklımda devamlı. Diğer bir yönden hayatım tamamen bebekle doldu. Demek istediğim; daha önceden (bebekten önce) hangi filme gitsek, akşam caddeye mi insek, dışarda mı yesek, aaa yok yok taksimde arkadaşlarla mı buluşsak gibi etkinliklerin yerini bir anda, bebeği emzirebileceğim mekanlar seçelim, bebek temizlik odası olsun, arkadaşlara söyleyelim onlar bu tarafa gelsin bebekle oralara gidilmez, bez aldık mı, termosu unutma, falanca mağazadan tulum almak lazım, geçen bir oyuncak gördüm bayıldım...vs. gibi cümleler aldı. 

Bazen oturup düşündüğümde şu 9 aylık kısa zamanda gerçekten çok fazla değişiklik göstermiş hayatım. Eskiden haberlerde gördüğüm üzücü, sinir bozucu bir haber şimdi kadar etkilemezdi beni ya da sokakta bağırıp çığıran çocuklar sinirlerimi bozardı, şimdi ise gülümsüyorum o çocuklara, benimki de büyüse de öyle koşup oynasa onlar gibi diyorum. Bunların dışında şuanda hatırlayamadığım bir çok şeye karşı da daha tahammüllü olabiliyorum. Bu yüzden de bebeğime çok teşekkür ediyorum, bana bu gönüllü esaretliği yaşattığı ve beni de kendisi ile birlikte büyüttüğü için...

Evdeki minik sürüngen

Bebeklerin her gün büyüdüğünü söylerlerdi de inanmazdım. Yani hergün ne kadar değişiklik olabilirdi ki?
Rüzgar geçen hafta sadece yerlerde sürünürken, şimdi emekleme konusunda profesyonelleşti. Tek emekleme alanı salon iken, artık salon dışına çıkıyor ! Salonda bir iki dakikalığına yalnız bırakmıştım ki, arkamı bir döndüm odanın kapısına kadar çıkmış... Sanırım işler yavaş yavaş zorlaşmaya başlıyor... Oysa, biraz daha büyüdükçe herşey daha rahat olur diye düşünüyordum. 
Evde köşe kapmaca halindeyiz, şuanda en favori eşyalarımız TV altındaki uydu alıcısı, kapının önündeki nazar boncuğu yapıştırması, bilgisayar kabloları....  Birinden kurtarsam bir diğerine ulaşıyor bu durumda bizim de popolarımız pek yer görmüyor tabii ki...
Her geçen gün daha da hareketleneceği ve hatta yürüyeceği için diyetisyen randevumu devamlı öteliyorum. Sanırım kalan kiloları peşinden koşturarak verebileceğim. 
Bakalım ilerleyen günlerde daha neler bekliyor bizi? 
Bir sonraki yazıda Rüzgar'ı masanın üzerinden toplamaktan korkmuyorum desem yalan olur :)

Arama

 
Çaylak Anne Copyright © 2011 | Tema diseñado por: compartidisimo | Con la tecnología de: Blogger